Yaşam, ölüm, insan ve ötesi: Korkudan da Büyük Bir Şey

Gülhan Tuba Çelik

Hayattan ölüme doğru yol alan insanın anlamlı bir resim oluşturma çabası neredeyse kendiliğindendir ama bu resmin bilinç düzeyinde ifade edilebilmesi bana her zaman etkileyici gelir. Korkudan da Büyük Bir Şey’i kapattığımda kafamda beliren ilk düşünce bu oldu. Ocak 2024’te Everest Yayınlarından çıkan Korkudan da Büyük Bir Şey öyküleriyle tanıdığımız Baran Güzel’in ilk romanı.

Metin başlar başlamaz dikkatimizi çeken ilk şey ayakları yere çok sağlam basan anlatıcının soğukkanlılığı oluyor. Kıyamet sonrası bir görüntü var okura sunulan. Dünya büyük bir şantiye halinde. Cesetler toplanıyor, gömülüyor, şehre çeki düzen veriliyor, insanoğlu binlerce yıldır olduğu gibi kendini tırpanlayan ölümden sağ çıkan evlatlarıyla yaşama devam ediyor. Bu post-apokaliptik giriş beklenenin aksine bunun alıcısı olmayan okuru kendinden uzaklaşmıyor çünkü Baran Güzel bizden bir hayatı inşa etmekte oldukça mahir.

Korkudan da Büyük Bir Şey, Baran Güzel, 206 syf., Everest Yayınları, 2024.

GÜLÜŞÜN VE ÖPÜCÜKLERİN KIYISI

Anlatıcı, Turgut adındaki birine anlatıyor tüm hikâyeyi aslında. Daha ilk sayfalarda, kıyamet tasviri bölümünde Turgut’u anlatıcıya “baba” derken buluyoruz. Bu sesleniş anlatıcıyı şaşırtıyor ve mutlu ediyor. Demek ki işin işinde başka bir iş var. Hem tekniği hem de işleviyle güzel bir hamle olarak öne çıkıyor Turgut’un varlığı. Bir yandan post-apokaliptik dünyayı deneyimlerken bir yandan onun “gerçek”liği ilk sayfalardan itibaren okuru metne çekmeyi başarıyor. Hafif riskli ilk adımı bu şekilde sağ salim aşınca işine girdiğimiz dünya zaten bizim dünyamız. Uzunca bir süre her şey tanıdık. Yeldeğirmeni Mahallesinde bir gecekonduda yaşıyor anlatıcı kahraman. Mimar Sinan Üniversitesinde Türk Dili ve Edebiyatı okuduğu günleri, birlikte yaşadığı, sonra ayrıldığı ama hiç unutamadığı sevgilisi Birce’yi, okul sonrası girdiği yayıncılık işini, evine girip çıkan arkadaşlarıyla kurduğu dünyayı, ekmeğini suyunu ayarlayıp hayatta kalma çabalarını, hem babasını hem annesini kaybetmiş bir başınalığını okurken incelik, kırgınlık, yalnızlık ve soğukkanlılığın karışımından oluşan mükemmel dil okur için oldukça ikna edici oluyor.

“Onlara yemek yapmaya, ben olmasam hayatta kalamayacaklarını düşünmeye bayılırdım. Bir şeyler ısmarlamaya, ödevlerine yardım etmeye, yatacakları zaman onlara temiz çarşaf vermeye bayılırdım. Birilerinin bana ihtiyaç duymasına bayılırdım. Böylece her tartışmada haklı olduğumu iddia edebilir, hayat ve ilişkiler hakkında atıp tutabilirdim. Bütün o iyilikleri, onlar üzerinde üstünlük kurmak adına yaptığımı anlamayacak kadar gençtim. Şimdi hiçbiriyle görüşmüyorum.” (s, 18)

Yukarıdaki satırların varlığı ve derinliği “bakımveren” olmakla lanetlenmiş patolojik bir anlatıcıya dair ipuçları veriyor bize. Yaşamın ilk yıllarında “kendilik”in oluşma sürecinde “bakımveren” ile sağlıklı bir ilişki kurulamaması rolleri değiştirir ve bebek “bakımveren” olmayı öğrenir. Herkes için iyi bir şeyler yaparak kendini sevdirmesinin altında yatan şey sevgi dilenmesidir. Dost canlısıdır, uyumludur, her şartta yardım edecek birilerini bulur; insan bulamazsa işine yapışır, işinde iyi olur ve hakkı olan sevgiyi dolaylı yoldan almış bulunur. Romandaki anlatıcı da bu ilkel mekanizmayla hareket eder. Oturduğu gecekonduyla neredeyse iç içe olan otoparkın görevlisi Rasim’le ilişkisinde, ne zamandır uzaklaştığı arkadaşı Efraim’in ilk arayışında dostluğuna kaldığı yerden devam edişiyle, eski sevgilisi Birce’nin ondan ne olduğunu bile söylemeden istediği iyiliğe anında hazır oluşuyla “duyarlı” bir imaj çizer. Baran Güzel’in otopark, gecekondu ve kahramanın yakın çevresi konusunda oluşturduğu atmosfer her şeyiyle oldukça bizden ve insanidir. Ölü akreplerin, küflü duvarların, ekonomik sıkıntıların, düşünce ve ifade özgürlüğü masallarının, aşksızlığın arasında illa ki kendimizi buluruz. Bunu yaparken yarattığı dil ve oluşturduğu atmosfer ise okuru şık ve doğal bir dünyanın içine taşır.

SANAL OYUNCAKLAR, GENÇLİK VE DİĞER ŞEYLER

Metin ilerledikçe ilk sayfalardaki post-apokaliptik dünyanın biraz öncesine gideriz ve anlatıcının cumhurbaşkanına hakaret ettiği bir tweet’ten dolayı tutuklandığını görürüz. Bu, ilk tutuklanması da değildir. Anlatıcı yeşil ciltli eski bir defter aracılığıyla Turgut’a anlatmaya devam eder, bir nevi kıyamet gelirken başından gelip geçenleri. Mahkemede kendi deyimiyle kaypak davranmış, cümlelerinin sadece memlekete dair endişelerinin dışa vurumu olduğunu beyan etmiş ve denetimli serbestlikle olaydan yırtmıştır. Gözaltına alındığındaki düşünceleri tek başına dünyayı kurtaramayacağının farkında olan ülke gençliğinin de çaresiz kabulleridir aynı zamanda. Dünyayı değil Xanax’ını düşünmelidir.

“Penceresiz, gece gündüz beyaz floresanla aydınlatılan, tek kişilik bir hücreydi kaldığım yer. Yaşadığımı unutturacak, dikkatimi dağıtacak hiçbir uyaran yoktu. Sadece ellerim vardı baktığım. Bir de hiç güneş görmemiş tavan. Panik atağın sinyalleri arada sırada bedenimi yokluyor, yıllar önce terapide öğrendiğim şekilde sakin nefesler alarak kalp atışlarımı yavaşlatmaya çalışıyordum. Dört saniyede al, dört saniyede ver. Sigaradan çok Xanax’ı düşünüyordum. İki üç saat arayla tuvalete gitmek için polisleri çağırıyor, parmaklıklı kapıdan koridora, oradan da tuvalete gidip kendimi birkaç dakikalığına dışarıda, yol üstü dinlenme tesisinde hissediyordum. Tekrar hücreye girdiğim anda cumhurbaşkanıyla ilgili tweet’lerimi düşünmeye başlıyordum. Değer miydi be, diye soruyordum sık sık, sana mı kaldı çaldıkları paralar, sana mı kaldı lan mafya düzeni.” (s, 23)

Denetim için imza atmaya gittiği günlerde birkaç kadının üst üste intihar ettiğini görür. Normal olmayan bir şeyler vardır. İmzasını alan kadın memurun beylik tabancasıyla kafasına sıktığı gün, işlerin de çığırından çıktığı gündür. Dünyada bir intihar pandemisi yaşanmakta ve kadınlar bu pandeminin kurbanı olmaktadır. Baran Güzel’in pandemi tasvirleri; market sıralarıyla, gerginliklerle, soygunlarla, kolluk kuvvetlerinin çabalarıyla, devletin önlem çalışmalarıyla COVİD günlerini anımsatır bize. Eşlerini ve çocuklarını kendi elleriyle gömen adamlar, kadınların endişeli bekleyişleri, yaşama isteği, her şeye rağmen gösterilen direnç ve tüm bunların üstündeki ölüm hepimize tanıdık gelir.

YAŞAM KADINDIR, ÖLÜM ERKEK

Korkudan da Büyük Bir Şey’de aşinalık sadece pandemi veya kent insanıyla kurduğumuz bağdan ibaret değildir. Horlanması dünya tarihiyle yaşıt olan kadınların intihar salgını, penis şeklindeki bir gök cisminin dünyada görülmesine bağlanır. Cismin ortaya çıkışının gerçeküstü yanları olmakla beraber barındırdığı metaforik anlam okurda daha çok karşılık bulur. Erkeklik yüzünden ölen kadınları düşündüğümüzde metnin oturduğu toplumsal zemine şapka çıkarırız. Trans kadınların bu salgından etkilenmemeleri, yazarın deyişiyle bu konuda da ayrımcılığa uğramaları romandaki güçlü sistem eleştirilerinden biri olarak öne çıkar.

Bazı geceler anlatıcının evinde kalan at romana absürt bir görsellik katarak metnin etkisini artırır. Salgın sırasında ortaya çıkan Tomrisler gurubundan atlı kadının Birce ile bağlantısı ve anlatıcıyı Turgut’la buluşturmasından daha çarpıcı bir misyonu vardır bu atın. Zeminin ayakların altından kaydığı post-apokaliptik bir dünyada anlatıcı kahramanın yalnız olmadığını imler. Bütün dünya yıkılırken bir atın nefesi ve sıcaklığı ona ilgilenecek bir şeyler verir. Yola devam edebilecek güçtür bu aynı zamanda. Çünkü bir “bakımveren” düşünecek ve hakkında endişelenecek bir nesne olmadan yaşayamaz. Turgut’un varlığı bu sebepten her şeyin üzerindedir ve dünyada tek bir kadın kalmadığında bile yaşam kahraman için endişe verici değildir.

Baran Güzel, Korkudan da Büyük Bir Şey’de, hayatla ölüm arasında yürüyen insanda anlatmaya değer bulduğu şeylerin güncelliği, bizdenliği, sıcaklığı ve yakınlığının üstüne inşa ettiği çok şık bir dil ve başarılı atmosferle müthiş bir romana imza atmış.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir